Yazıp
çiziyorum çünkü içimin hassas ayarı yazıp çizmeme bağlı, hep öyleydi. Herkes
hayatı su içer gibi kotarırken, ben penceremden bakıp aynı şeylerin benim için
bunca düşündürücü, bunca katmanlı ve karışık olmasına şaşarım. Benim de bir
ağaca bakıp yalnız ağacı, göğe bakıp yalnız maviyi görebilmeyi, bir öğle
sonrası içim geçip de koltuklarda uyuyakalabilmeyi istediğim olur. Ama
genellikle ağaç, gövdesinden ve yeşilinden fazlası, gök bir dolu hatıranın
taşıyıcısıdır ve öğle sonraları uyunamayacak kadar düşündürücüdür. Hâl
böyleyken yazıp çizmek kaçınılmaz olur. Söz biter, resimler imdada yetişir,
bazen imge göstermez yüzünü, o zaman sözler yardıma gelir. Eğer ille de o
koltukta uyuyacağım diye diretirsem – ki bazen böyle uzun inat dönemlerim olur
ve hatta iş kendini inkara kadar varır -- içimin zembereği atıverir. Çatılan
binalar yıkılır, ortalık toz duman, yollar görünmez görür. O zaman söz ile, imge ile her şeyi yeniden
inşa etmek gerekir, üstelik temeli bir öncekinden daha derin kazma mecburiyeti
ile.
Hûlasa
efendim, yazmasam, çizmesem deli olurum.*
*Bütün
alçakgönüllüğümle ve Sait Faik’e sonsuz saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder