Ana içeriğe atla

 


Yazıp çiziyorum çünkü içimin hassas ayarı yazıp çizmeme bağlı, hep öyleydi. Herkes hayatı su içer gibi kotarırken, ben penceremden bakıp aynı şeylerin benim için bunca düşündürücü, bunca katmanlı ve karışık olmasına şaşarım. Benim de bir ağaca bakıp yalnız ağacı, göğe bakıp yalnız maviyi görebilmeyi, bir öğle sonrası içim geçip de koltuklarda uyuyakalabilmeyi istediğim olur. Ama genellikle ağaç, gövdesinden ve yeşilinden fazlası, gök bir dolu hatıranın taşıyıcısıdır ve öğle sonraları uyunamayacak kadar düşündürücüdür. Hâl böyleyken yazıp çizmek kaçınılmaz olur. Söz biter, resimler imdada yetişir, bazen imge göstermez yüzünü, o zaman sözler yardıma gelir. Eğer ille de o koltukta uyuyacağım diye diretirsem – ki bazen böyle uzun inat dönemlerim olur ve hatta iş kendini inkara kadar varır -- içimin zembereği atıverir. Çatılan binalar yıkılır, ortalık toz duman, yollar görünmez görür.  O zaman söz ile, imge ile her şeyi yeniden inşa etmek gerekir, üstelik temeli bir öncekinden daha derin kazma mecburiyeti ile.

Hûlasa efendim, yazmasam, çizmesem deli olurum.*

                                               *Bütün alçakgönüllüğümle ve Sait Faik’e sonsuz saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

  'Kırktılar beni Anadan üryan Kırkımda yundum yıkandım Sandım ki sular derman Makasını vurmadan zaman Ben beni bulamadım' Diyeceksiniz ki nereden çıktı bu şiir ( şiir değil diyenler, şiir ama iyi değil diyenler sizi de seviyorum) ve bu görünme, duyulma derdi. Üstelik memlekette bin tane derdimiz varken.  Ben bu yaz yangınlarla yüreğim yanmış orada burada çöp toplarken bir şey yapmalı diye diye aylar geçirdim. Sonra da fark ettim ki aslında kişisel olan politiktir ( bu benim lafım değil valla) ve de böyle çivisi çıkmış bir dünyada sanattan, aşktan dem vurabilmek aslında fazlasıyla politiktir. Ve neticede benim elimde paylaşabileceğim hediye de budur.  Şiir nereden çıktı peki...  Şiir, uzun zamandır ara verdiğim ama eksikliğinden kavrulduğum Sanalyazıevi'nin atölyelerinden birinde, pek sevgili Melike'nin verdiği 6 dakikalık doğaçlama yazı çalışmasının çıkış kelimesi olan 'çakıldak'tan çıktı, öyle dakikalar içinde, bir nefeste.( Kelimenin anlamını bilmeyenler goog...
VADİ Dedem Edip Batmaz için... Neredeyse bir ömür sonra geldiğim vadinin yaratıcısı Kelkit Çayı’na daldırdığım ayaklarımın fotoğrafını çekiyorum cep telefonumla. Böylece döndüğüme bir kanıt, yeniden burada olduğuma bir şahitlik arıyorum. Oturduğum kaya su ile çevrili, ıssız bir adadaymışım gibi yalnız kendimleyim. Uzaklardaki hayat belirtileri, araç sesleri, makine uğultuları,  seslenmeler suyun sesini geçip bana ulaşamıyor. Yansımaları, kimi yerde hızlanan, kimi yerde bir ayna gibi durgunlaşan suyu izliyorum. Suretim yalnız bulanık renk geçişleri yaratıyor yüzeyde, kendimi göremiyorum. Kıvırdığım pantolonumun paçasına su değdikçe ıslaklık yukarı doğru ilerliyor, bacaklarım ağırlaşıyor. Barajların insafı ile bir bırakılıp bir dizginlenen çayın şimdi kuru olan yatağından topladığım, çocukken kıra kıra bilye yaptığımız yumuşak kırmızı taşlardan var cebimde. Oturduğum kayaya vurup parçalıyorum kızıl taşları, parçaları suya fırlatıyorum. Kardeşimle, taşları belirlediğimiz hedeflere atı...
   Beni biraz hüzünlü bulanlar oldu, çok suratsız bulanlar da. Ben kendimi bulamadım uzun süre, bendekileri de. Kayıpların peşinde dönüp durmaydı kırk yıl - asıl kaybolanlar kaybolduklarının bile farkında olmayanlar dedi ses-  Ben tescilli bir kayıptım, orası kesin. Yolda bir iki kişi buldu beni en çok. Onlar hüznümün derinliğinin neşemin yüksekliği ve aşkımın genişliğine eşit olduğu denklemini benden önce çözebilenlerdi.  Saçlarının yüzde altmışı beyaz dedi berber boyarken, eh o zaman benim de öğrenme zamanım gelmişti. Ne tatlı gülüyorsun dedi ses, ben çok uzun bir ağlamadan çıkmışken, şaşırmadım. Şaşırmak yerine aşık oldum. Hüzünle neşenin yılkı atları gibi koşturduğu sınırsız, bitimsiz bir aşktır hayat dedi ses ve bulanlar arayanlardandır, aramakla bulunmasa da. Bunu düşünmem lazım biraz dedim. Acele etme dedi ses, saçlarının henüz yüzde altmışı beyaz:)