Ana içeriğe atla

 


Annem tam bir yıl önce, artık rahata ererim deyip son büyük sorumluluğu olan dedemi yolculadıktan beş gün sonra Covid sebebiyle öldü. Öfkem acımla yarıştı, öfkem kimi vakit acımı aştı. Bu memleketin çile çekmeye, fedakarlığın kaçınılmazlığına inandırılan kadınlarındandı annem, anneannem, onun annesi, teyzelerim, büyük teyzelerim... Yaşadım demeden ölen kadınların coğrafyasıydı burası. Çok okumuş, çok düşünmüş, kendince çok yaşamış olan bizlerin de içinde yankılanır zaman zaman o çileli türküler. Analığımızdan, kadınlığımızdan hep bir çile, feda dumanı yükselir, yükselir de o duman uzaktan kutsal bir hale sanılır. İşin tuhafı bize de bazen öyle gelir.
Gerçekten gerektiğinde içindeki gücü bulup dağları devirebilen, direnebilen, sabredebilen, doğuran, yaşatan kadınlar, yaratılmış kederlerden, kendini hiçe saymalardan, yaşamadan ölmelerden kurtulsun dileğiyle yazılmıştır.



ANNEM

 

Yalnızız acımızda,

yalnızız yatağımızda

ve Asya’nın tüm ücra kasabalarında

tozlu yol aynı kavaklıkta biter

orada gece mor düğmesini kendi ilikler.

Horoz ötmeden dökülen sırra

Ay altında söylenen türküye

 ıhlamur kokan tene

lanet olsun.

Annem öğle vakti kendini öldürdü

kim bilir kaçıncı kez

 bağlamanın son teli de koptu.

Bakmasın kimse kimsenin gözüne, bakmasın gökteki Ay’a

koparıp atın teninizi, buralarda sevilmez başka türlüsü.

Fotoğraflarda her daim gülümseyenler

kaşlarını çatmak zorunda olanları anlamaz

zaten onların ülkesinde sazlar da susmaz.

Annemin iki kaşının arasındaki uçuruma ne sırlar gizleyebilirdiniz

hiç bakmayın çiçekli yaylalarınızdan, göremezsiniz.

Saç örgüleri henüz iki yanına dökülürken gökleri sığırcığa kesen kızlar

beş vakit onulmaz bir sıkıntıyı yoğura yoğura kadın olurlar.

Gazete kağıdına sarılı kesilmiş örgüleri ve kendileri

 kilitli bir sandığın dibinde

ve

anahtarı kim bilir hangi cehennemde.

 

Kasabayı boz bulanık bir su ikiye böler

Kendi aksine hasret insan

derisini yara yara bir damla suya yol açar

Yüreğim bir el nasıl böyle nasırlaşır diye yanar

Yanar

O el çocukluğumu okşamışsa eğer

Gittiğim tüm kıyılara taşıdığım bozkır beni de yakar

Yakar

Yakar.

                                                                       Nisan 2020-Nisan 2021

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

  'Kırktılar beni Anadan üryan Kırkımda yundum yıkandım Sandım ki sular derman Makasını vurmadan zaman Ben beni bulamadım' Diyeceksiniz ki nereden çıktı bu şiir ( şiir değil diyenler, şiir ama iyi değil diyenler sizi de seviyorum) ve bu görünme, duyulma derdi. Üstelik memlekette bin tane derdimiz varken.  Ben bu yaz yangınlarla yüreğim yanmış orada burada çöp toplarken bir şey yapmalı diye diye aylar geçirdim. Sonra da fark ettim ki aslında kişisel olan politiktir ( bu benim lafım değil valla) ve de böyle çivisi çıkmış bir dünyada sanattan, aşktan dem vurabilmek aslında fazlasıyla politiktir. Ve neticede benim elimde paylaşabileceğim hediye de budur.  Şiir nereden çıktı peki...  Şiir, uzun zamandır ara verdiğim ama eksikliğinden kavrulduğum Sanalyazıevi'nin atölyelerinden birinde, pek sevgili Melike'nin verdiği 6 dakikalık doğaçlama yazı çalışmasının çıkış kelimesi olan 'çakıldak'tan çıktı, öyle dakikalar içinde, bir nefeste.( Kelimenin anlamını bilmeyenler goog...
VADİ Dedem Edip Batmaz için... Neredeyse bir ömür sonra geldiğim vadinin yaratıcısı Kelkit Çayı’na daldırdığım ayaklarımın fotoğrafını çekiyorum cep telefonumla. Böylece döndüğüme bir kanıt, yeniden burada olduğuma bir şahitlik arıyorum. Oturduğum kaya su ile çevrili, ıssız bir adadaymışım gibi yalnız kendimleyim. Uzaklardaki hayat belirtileri, araç sesleri, makine uğultuları,  seslenmeler suyun sesini geçip bana ulaşamıyor. Yansımaları, kimi yerde hızlanan, kimi yerde bir ayna gibi durgunlaşan suyu izliyorum. Suretim yalnız bulanık renk geçişleri yaratıyor yüzeyde, kendimi göremiyorum. Kıvırdığım pantolonumun paçasına su değdikçe ıslaklık yukarı doğru ilerliyor, bacaklarım ağırlaşıyor. Barajların insafı ile bir bırakılıp bir dizginlenen çayın şimdi kuru olan yatağından topladığım, çocukken kıra kıra bilye yaptığımız yumuşak kırmızı taşlardan var cebimde. Oturduğum kayaya vurup parçalıyorum kızıl taşları, parçaları suya fırlatıyorum. Kardeşimle, taşları belirlediğimiz hedeflere atı...
   Beni biraz hüzünlü bulanlar oldu, çok suratsız bulanlar da. Ben kendimi bulamadım uzun süre, bendekileri de. Kayıpların peşinde dönüp durmaydı kırk yıl - asıl kaybolanlar kaybolduklarının bile farkında olmayanlar dedi ses-  Ben tescilli bir kayıptım, orası kesin. Yolda bir iki kişi buldu beni en çok. Onlar hüznümün derinliğinin neşemin yüksekliği ve aşkımın genişliğine eşit olduğu denklemini benden önce çözebilenlerdi.  Saçlarının yüzde altmışı beyaz dedi berber boyarken, eh o zaman benim de öğrenme zamanım gelmişti. Ne tatlı gülüyorsun dedi ses, ben çok uzun bir ağlamadan çıkmışken, şaşırmadım. Şaşırmak yerine aşık oldum. Hüzünle neşenin yılkı atları gibi koşturduğu sınırsız, bitimsiz bir aşktır hayat dedi ses ve bulanlar arayanlardandır, aramakla bulunmasa da. Bunu düşünmem lazım biraz dedim. Acele etme dedi ses, saçlarının henüz yüzde altmışı beyaz:)